Kısa Kısa


*Robert Rodriguez'in yönetmenliğini yaptığı ve başrolünde Adrian Brody'nin oynadığı "Predators" filmine ait son fragman yayınlandı.



*New Orleans'da çekimleri devam eden yeni çizgi roman uyarlaması "Green Lantern"'ın kadrosuna katılan son isim Angela Basset oldu. Basset devlet ajanı olan Dr Amanda Waller'ı canlandıracak. Filmde yer alan diğer isimler arasında ise Ryan Reynolds,Blake Lively, Peter Sarsgaard ve Tim Robbins var.

*Aylardır yılan hikayesine dönen "Captain America" için başrol oyuncu seçimleri nihayet sonuçlandı ve Chris Evans'ın Steve Rogers'ı oynayacağı kesinleşti. 3 film olarak planlanan "Captain America" serisinin ilk filmi Temmuz 2011'de gösterime girecek.

*Nisan ayında çekimlerine başlanacak olan "War Of the Gods" ın kadrosuna Kellen Lutz'da katıldı. Theseus (Henry Cavill)'un Titanları ortadan kaldırmak isteyen Tanrılara yardım etmek için adamları ile savaşa girdiği filmde Lutz deniz tanrısı Posedion'u canlandıracak.

Don't stop believin', hold on to the feeling...


Malesef bir haftadır bu şarkıya feci halde takılmış durumdayım. Sebebi ise geçen haftasonu 13 bölümünü birden izlediğim "Glee". Eşimin bir pazar sabahı High School Musical 3 seyrediyorum diye suratında bir dehşet ifadesiyle yapmış olduğu "Yazıklar olsun sana" yorumuna rağmen itiraf ediyorum; evet ben müzikalleri lisede geçiyor olsa bile seviyorum. Geçen senki Oscarlar'da Hugh Jackman'ın da belirttiği gibi müzikal gösterimler geri dönmüş gibi gözüküyor. En azından oldukça popüler olan dans ve şarkı yarışmalarıyla ve dizilerin müzikal bölümleri bunun göstergesi. Glee'ye gelirsek; ilk olarak film olarak düşünülen bu proje Nip/Tuck'ın da yaratıcısı ve prodükteri olan Ryan Murphy'nin eline geçince bir televizyon dizi haline getiriliyor. Üniversite sırasında kendisinin de bir koro mensubu olması bu kararda etkili oluyor şüphesiz) Dizi Ohio'daki hayali William McKinley Lisesindeki "New Directions" adındaki koro kulübü üzerine odaklanıyor. Glee için post-modern bir müzikal diyebiliriz çünkü gerçek olaylardan kopmuyor. Oyuncuların çoğu ise tiyatro kökenli ve tiyatro tecrübesi olmayanlar ise dans ve şarkı söyleyebilime yeteneklerine göre seçilmiş. Eleştirmenler tarafından da oldukça beğenilen dizi 2010'da En İyi Komedi-Müzikal Dizisi dalında Altın Küre ödülünü aldı. Bunun dışında En İyi Aktris (Lea Michele), En İyi Aktör (Matthew Morrison) ve En iyi Yardımcı Aktris (Jane Lynch) dallarında da adaylık aldı. Glee yayında olan suç, bilim-kurgu ve avukat dizilerinden farklı bir tad bulacağınız son derece eğlenceli bir dizi.


GLEE Extended_Trailer
Yükleyen buzzmygeek. - TV dizilerini ve programlarını online izleyin.

The Mentalist


Kim derdi ki "The Guardian"ın mahkeme suratlı avukatı Nick Fallin karşımıza yüzünden gülümsemesi eksik olmayan bir "medyum" olarak çıkacak. Simon Baker'ın başrolünde oynadığı "The Mentalist" onlarca CSI ve dedektif dizilerinin arasından sıyrılarak 2008'in flash dizisi olmayı başardı. The Mentalist'de Patrick Jane (Simon Baker) California Bureau of Investigation'a serbest danışmanlık yapıyor. Yasal olarak bir kanun görevlisi olmasa da eskiden başarılı bir psişik medyum olmasını sağlayan bilgi ve yeteneklerini kullanarak CBI ajanlarına çeşitli cinayetleri çözmede yardımcı oluyor. CBI'a yardım etmekteki amacı ise karısı ve kızını öldüren katilin yakalanmasını sağlamak.
CBI'a katılmadan önce Jane'nin hayatı "medyum"luğu sonucu elde ettiği şöhretin keyfini sürmekle geçiyor. Çıktığı bir televizyon programında yetenekleriyle polisin "Red John" adındaki bir seri katilin profilini çıkarmasına yardım ettiğini açıklıyor. Bu açıklamayla kızdırdığı Red John intikam amacıyla Jane'in karısını ve kızını öldürüyor. Bu nedenle Jane medyumluk işini bırakarak hayatının tek amacı haline gelen Red John'un adalete teslim edilmesi için CBI'a içinde Red John'un da dahil olduğu çeşitli suçları çözmek için yardım etmeye başlıyor.
Diğer suç dizilerinin aksine çok daha neşeli bir dizi The Mentalist. Jane hemen hemen her bölümde "medyum diye bir şey yoktur" diyerek kendi becerilerini sahtekarlık olarak nitelendirse de, hipnoz, güçlü gözlem yeteneği , insan davranışı ve psikolojisi ile ilgili güçlü sezgilere sahip olması gibi konularda gerçek yeteneklere sahip.Bu yetenekleri olayları çözmede işe yarasa da kullandığı tuhaf teknikler genellikle takım arkadaşlarıyla Jane'i karşı karşıya bırakabiliyor. Ancak bu yöntemler her defasında da suçlunun kendini açık etmesinde başarılı oluyor.
Çoğu zaman daha suç mahalindeki gözlemlerden veya konuştukları tanıklardan olayı çözmüş olan Jane'nin CBI ekibini eğlenceli bir şekilde sonuca doğru yönlendirmesini izlemek oldukça keyifli oluyor.

Aldatan Fragmanlar

Bir filmi izlemenizi sağlayacak sebeplerin en başında muhakkak ki o filmin fragmanı geliyordur. Bu sebeple film fragmanları mümkün olduğunca ilgi çekecek biçimde hazırlanıyor. Bazen de fragmanı nedeniyle büyük hevesle gittiğiniz filmden büyük hayal kırıklığı ile çıkabiliyorsunuz. İşte ben de bu hayal kırıklıklarından birini bu hafta sonu Shutter Island filminde yaşadım. İsmini çok uzun süredir duyduğum filmi, DiCaprio-Scorsese ikilisinin daha önce ortaya çıkardıkları başarılı örneklere rağmen (Aviator ve The Departed) gerilim filmi ile bu iki ismi bir arada düşünemediğim içi seyretmeye çok hevesli değildim. Ta ki fragmanı görene kadar.

"Shutter Island - Zindan Adası" (Trailer)
Yükleyen Filmax. - TV dizilerini ve programlarını online izleyin.
Bu fragmandan son derece hareketli ve gerilim dolu bir film izleyeceğimiz çıkarılıyor değil mi? Malesef 138 dakikalık bu filmde göreceğiniz en gerilimli ve hareketli sahneler işte bu 2,5 dakikadan ibaret. Film için psikolojik drama tanımını kullanmak çok daha doğru bir seçim olacak. Shutter Island kitap uyarlaması olduğu için yazılı bir şekilde anlatılanların görselde her zaman aynı etkiyi verememesi sorunu sanırım bu filmdeki sıkıntılardan biri. Ancak gözardı edilmemesi gereken gerçeklerden biri ise bu filmin Scorsese filmleri içerisinde görsel zenginliği en fazla olanlardan biri olması. Filmin kurgusu için ise aynı şeyi söyleyemeyeceğim Çünkü seyirci için işi çok karmaşık bir hale getiriyor.Hikayenin yapısı ve psikolojik etkenler filmin iyice ağırlaşmasına sebep oluyor. Filmin baş kahramanının düşünceleri ve hareketleri ile ilgili aklınıza takılan nasıl ve niçin soruları ise sizi filmin odağından uzaklaştırıyor. Ancak bütün bu soruların cevabının filmin sonunda verildiğini de eklemeliyim. Sonuç olarak Shutter Island için psikolojik drama olarak izlenildiği takdirde türünün en iyi örneği olmasa da çok da mutsuz olarak ayrılmayacağınız bir film diyebilirim.

Kısa Kısa


* Leonardo Da Vinci aksiyon kahramanı oluyor. Warner Bros "Leonado Da Vinci ve Sonsuzluk Askerleri" adlı projeyi hayata geçirmeyi planlıyor. Bu projede Da Vinci gizli bir topluluk üyesi olarak ele alınıyor ve bu topluluğun bir parçası olarak gizli şifreleri ve kayıp uygarlıkları bulmak için doğaüstü güçlere karşı savaşı anlatılıyor.

*Clint Eastwood, FBI direktörü J. Edgar Hoover'ın hayatının anlatılacağı filmin yönetmeni oldu. Hoover 1935 yılında kurulmasına öncülük ettiği FBI'da ölümüne kadar (1972) direktörlük yapmıştı.

*Twilight serisinin en yeni filmi "Eclipse" fragmanı yayınlandı. Bella 3. filmde intikam amacıyla peşine düşmüş vampirlerden bu sefer kurtadamların da yardımlarıyla kurtulmaya çalışıyor.

Mitoloji Dünyası

Geçen senenin "Vampir" furyası 2010'da yerini Mitolojik kahramanlara bırakmış gözüküyor. Şubat ayında vizyona giren Percy Jackson & the Olympians filminin ardından bu sene bizi bekleyen Mitoloji konulu filmler arasında "Clash of the Titans" ve "War of Gods" yer alıyor. Hatta "Legion" ve "Prince of Persia" yı da bu katagoriye sokabiliriz. Mitolojinin popülerliğini tekrar kazandığı şu dönemde bu konuyu sevenlere birkaç kitap önerisinde bulunmak istiyorum. (Kitap okumayı çok sevdiğimi de söylemiş miydim?)

İlk kitap, türünde yazılmış en önemli ve kapsamlı klasik olarak kabul edilen Gustav Schwab'ın kitabı "Klasik Yunan Mitolojisinin En Güzel Efsaneleri". Bu kitap 3 ciltten oluşuyor. Birinci bölümde Yunan efsaneleri "Argonotlar", "Herakles ve Oğulları" , "Theseus", "Oidipus", ve "Thebai'li Yediler" efsaneleri anlatılıyor. İkinci bölüm "Troya" ya, üçüncü bölüm ise "Son Tantalidler","Odysseus", ve "Aeneas"a ayrılmış.
Diğer kitap ise Reiner Tetzner'e ait. "Cermen Tanrı ve Kahramanlarının Efsaneleri" dünya edebiyatının büyük ve etkili konuları arasında yer alan Kuzey ve Orta Avrupa'nın tanrı ve kahramanlarıyla ilgili tarih öncesi hikayeleri içeriyor. Eski İskandinav ve Ortaçağ kaynaklarına dayanarak Odin, Thor (kendisi ile ilgili bir film de şu an çekilmekte), Frejya, Siegfried, Gunther ve Bründhild hakkındaki efsanelere yer veriyor.
Son iki kitap ise Neil Gaiman'a ait. Birçok çizgi romanı da kapsayan fantazi ve bilimkurgu yazarı ile tanışmam tamamen tesadüf eseri oldu. 2006 yılında Bodrum'da kardeşimle yaz tatilindeyken plajda yabancı bir turistin okuduğu kitabın kapağı oldukça ilgilimi çekti. Kapak resmini görmüş olmama rağmen ne kitabın ne de yazarın ismini okuyamamıştım. Denizden çıkıp plaja döndüğümüzde ise turistin gitmiş olduğunu gördüm. Döndükten sonra aklıma geldikçe kitapçılarda benzer kitap kapakları arandım durdum. 2008 yılında Remzi kitapevinde "buldum, buldum" çığlıkları ile nihayet kitabın adını ve yazarını öğrendim. Kitabın ismi "American Gods" (Amerikan Tanrıları) ve yazarı da Neil Gaiman'dı. Kitabın konusuna gelince; Yerleşik olarak keşfedilen son kıta olan Amerika'ya inananlarıyla beraber gelen Eski kıtanın binlerce yıllık tanrıları 21. yüzyılda başlarına geleceklerden habersizlerdir. Varlıkları insanların onlara olan inançlarına bağlı olan Tanrılar, insanların son yüzyılda teknoloji bağımlısı haline gelmeleriyle güçlerini kaybetmeye başlarlar. Varlıklarını sürdürmek için televizyon, internet, cep telefonları gibi "Yeni Tanrılar" la savaşmak zorunda kalacaklardır. İskandinav ve Mısır mitolojisine göndermeler de bulunan bu kitabı gerçekten elinizden bırakamadan okuyacaksınız.

Diğer kitap ise aslında "Amerikan Tanrıları"ndan önce yazılmış olan ancak sonradan basılan ve aynı dünyada geçen hatta ortak karakterler içeren "Anansi Boys". Bu kitapta Amerikan Tanrıları'nda yer alan Mr. Nancy'nin 2 oğlu olduğunu öğreniyoruz. Kitap birbirlerinin varlığını yeni öğrenen kardeşlerin birbirlerini tanırken ortak miraslarını keşfedişlerinin hikayesini anlatıyor.

Oscar Night


Lise yıllarından beri tekrarladığım bir gelenek vardır. Her sene saat kurup Oscarları canlı olarak izlerim ve ertesi gün de okul/işe zombi olarak giderim. Geçen sene bu geleneğe kırmızı halıyı da ekledim böylece saat kurma işinden de kurtulmuş oldum. Bu gece de tüm hazırlıklarımı yapmış bulunuyorum. Oscar adayı filmleri gösterime sokma konusunda ülke olarak geride olduğumuz için her sene aday olan filmlerden bazılarını malesef törenden sonra izleyebiliyoruz. Vizyonda olan filmleri Oscarlardan önce izleyebilmek için geçtiğimiz haftayı yoğun bir şekilde geçirdim. Başlıca katagoriler için (Kadın oyuncu katagorisi hariç. Malesef aday olan oyuncuların yer aldığı filmleri izleme şansım olmadı) tahminlerim ise;
En iyi Erkek oyuncu dalında diğer ödül törenlerinde ödülleri paylaşan Jeff Bridges (Crazy Heart) ve Colin Firth (A Single Man) ön planda gözüküyor. En iyi Yardımcı Erkek ödülünde ise hiç tereddüt etmeden tek bir isim söyleyeceğim; Christoph Waltz. En iyi Yardımcı Bayan rolünde ise Penelope Cruz'u Nine filminde oldukça beğenmiş olmama rağmen 2 sene üstüste aynı ödülü vereceklerini zannetmiyorum. Bu sebeple büyük ihtimal henüz vizyonda olmayan Precious filminde rol alan Mo'nique favori olarak alacaktır. En iyi Fim ve En iyi Yönetmen katagorileri genelde aynı filme gittiği için sanırım film katagorisinde The Hurt Locker ve James Cameron'un eski eşi Kathryn Bigelow kazanacaktır.
Geçen sene Hugh Jackman'ın gerçek bir şova dönüştürdüğü ödül töreninde bu sene Alec Baldwin ve Steve Martin nasıl bir performans gösterecekler merak ediyorum.


Bölüm II

Oscar töreninin önemi bir bölümü olan kırmızı halı geçidi az önce başladı. Mariah Carey ilk gelen ünlülerden biri oldu ve her zamanki gibi oldukça dekolte bir elbiseyle boy gösterdi. Avatar filminin başrol oyuncusu Sam Worthington ise kırmızı halıda oldukça gergin gözüküyor. Filmin diğer oyunusu Zoe Saldana ise oldukça kötü bir elbise seçimi yaparak bol taşlı ve tüylü mor bir elbise tercih etmiş. Yardımcı Kadın Oyuncu adaylarından Vera Fermiga (Up ın the Air) bu senenin modası olan fırfırın bol kullandıldığı bordo renkli bir tuvaletle törene katıldı. Sandra Bullock kazanması durumunda Oscar ödülüne uyumlu olacak gümüş renkli bir tuvalet giymiş. Ancak saçlarını beğendiğimi söyleyemeyeceğim. Sarah Jessica Parker ise giyidği sarı renkli ve metal aksesuarlı Gucci elbisesiyle yine farklı olmayı başarmış. George Clooney'nin saçının korkunçluğu konusunda yorum yapmak bile istemiyorum. Gereğinden uzun saçlarıyla kendinden hiç beklenmeyecek şekilde bakımsız gözüküyor. Gecenin favori rengi olan pembeyi tercih eden Jennifer Lopez oldukça gösterişli bir tuvaletle kırmızı halıda yerini aldı.


Bölüm III

Alec Baldwin ve Steve Martin başarılı bir ikili olarak oldukça eğlenceli bir açılış yaptılar.Gecenin ilk ödülü olan En iyi Yardımcı Erkek ödülü beklenildiği gibi Christoph Waltz'a gitti. Orjinal Senaryo dalında Hurt Locker ödülü kazanırken, uyarlama dalında ödül Precious'a gitti. En iyi Yardımcı Kadın Oyuncu ödülünü ise favori gösterilen Mo'nique kazandı. En İyi Erkek Oyuncu ödülünü kazanan Jeff Bridges oldu. En İyi Kadın Oyuncu ödülü ise Sandra Bullock'a gitti. Gecenin son ödüllerini kazanan isim ise Hurt Locker filmiyle Kathyrn Bigelow oldu.

Ne İzledim? 7 Mart

Sinema açısından benim için oldukça hareketli bir hafta oldu. Oscar ödüllerinin de yaklaşmasıyla aday olan filmleri elimden geldiği kadar törenden önce izlemeye çalışmam nedeniyle günaşırı kendimi sinema salonunda buldum. Ama değdiğini söyleyebilirim.



Invictus
Oscar Ödüllü yönetmen Clint Eastwood'un son filmi Invictus için insana kendini iyi hissettiren bir spor filmi diyebiliriz. Karakterlerin Nelson Mandela'nın 30 yıl boyunca kaldığı hapiste neler yaşadığını düşündüğü sahneler dışında oldukça eğlenceli geçiyor. Özellikle Morgan Freeman'ın Mandelayı espirilerle havayı yumuşatan bir kişilik olarak oynuyor olması sayesinde oldukça eğlendiriciydi.
Film Mandela'(Morgan Freeman)nın hapisten çıkıp Güney Afrika Başkanı olarak ofisteki ilk günü ile başlıyor. Film boyunca devam edecek olan güvenlik şefi Jason(Tony Cgoroge) ile karşılaşabileceği tehditlerle ilgili devam eden tartışmalarının ilkini de bu sırada yaşıyor. Mandela'nın güvenliği arttırmak için eski özel güvenlik biriminden işe aldığı (beyaz) güvenlikçiler de Jason ve tamamı siyahlardan oluşan takımı arasında endişeye yol açıyor. Ancak Mandela, azınlık olan beyazların daha yeni yetkiye kavuşan çoğunluğun karşısında yer almasından korktuğu için birleşmiş ve çok ırklı bir Güney Afrika'nın başkanı olmak istiyor. Bu sebeple Güney Afrika'nın çoğunluğu beyazlardan oluşan Rugby takımı Springboks'ın dağıtılıp isminin değiştirileceğini duyunca bunu durdurmaya karar veriyor Springboks beyaz nüfus tarafından o kadar sevilmektedir ki, siyah nüfus çoğunlukla rakip takımı tutmaktadır ve siyah çocıklar dayak yeme korkusuyla takımın renkleri olan yeşil ve sarıyı giymemektedir. Mandela takım kaptanı Francois Pienaar (Matt Demon)'ın yardımıyla bu önyargıları ortadan kaldırmak ve takımı ulusu ayırmak yerine biraraya getiren bir sembol haline getirmek için çalışmalara başlıyor.
Invictus, Clint Eastwood'un yönettiği diğer spor filmi "Million Dollar Baby"nin aksine mutlu sonla biten bir film. (Gerçek bir olaydan uyarlandığı için gerçek sonla aynı) Morgan Freeman ise Mandela rolündeki başarısıyla Oscar adaylığını hakediyor.



Lovely Bones
Peter Jackson'un diğer filmlerini düşününce, yaşam sonrasına olan ilgisinin öldürüldükten sonra ailesini bir nevi ara dünyadan izleyen bir kızın hikayesini anlatan Lovely Bones kitabının telif haklarına olan ilgisinin sebebi ortaya çıkıyor. Susie'nin ölmeden önceki hayatı ve yaşadıkları karakterini ilgi çekici hale getiriyor ancak ölümünden sonra ara dünyada geçen sahnelerinin (görüntülerin güzelliğine rağmen) filmin gelişimine katkıda bulunduğunu söylemek zor. Susie ara dünyada vaktini geçirirken ailesi de oldukça sorunlu bir dönemden geçiyor. Baba (Mark Wahlberg) kızının ölümünü araştıran dedektife (Michael Imperioli) sürekli yeni şüpheli isimleri getirirken, büyük kızının ölümünü kabullenemeyen anne (Rachel Weisz) evi terk eder ve diğer iki çocuğun sorumluluğu hafif çatlak büyükanne (Susan Sarandon)ye kalır. Bu arada katil ise oldukça başarılı bir biçimde şüpheleri kendinden uzak tutmayı başarır. Ancak aylar (yıllar ?) geçtikçe gözünü yeni bir kurbana çevirir- Susie'nin küçük kardeşi Lindsey.
Filmin en iyi sahnelerin oldukça gerilimli geçen ilk yarım saatte olduğunu söyleyebilirim.



Nine
Rob Marshall'ın ikinci müzikal filmi Nine'nın bir önceki filmi "Chicago" kadar etkileyici olduğunu söyleyemiyeceğim. Belki de sorun filmde çok fazla "Diva" nın olmasından kaynaklanıyor. Film 1960'larda geçiyor ve ünlü İtalyan yönetmen Guido Contini (Daniel Day Lewis) nin son projesi ile ilgili hazırlıklara girişmesiyle başlıyor. İtalia adlı prodüksiyon Guido'nun senaryo ve yönetmenlik konusunda yaşadığı sıkıntı nedeniyle bir sır perdesiyle çevrilidir. Filmle ilgili bildiği tek şey ilham perisi olan Claudia (Nicole Kidman)nın başrolde oynayacağıdır. Kendini baskı altında hisseden Guido şehir dışında bir otele yerleşir ancak sorunları onu rahat bırakmıyor. Metresi Carla (Penelope Cruz) ve uzun süredir mutsuz olan karısı Luisa (Marion Cotillard) da aynı otele geliyor. Aynı zamanda Amerikalı bir gazeteci olan Stephanie (Kate Hudson) de Guido'nun peşindedir. Sırdaşı ve kostüm tasarımcısı olan Lillie (Judi Dench) hayatında tekrar dengeyi kurması için yardım etmeye çalışıyor ama başarılı olamıyor. Guido 9 yaşındaki hali ve annesinin (Sophia Loren) arasındaki ilişkileri ve o dönemde tanıdığı Saraghina (Fergie) ile ilgili hayaller görmeye başlıyor. İtalia filminin kontrolü elinden çıktıkça Guido ruhsal bir çöküntüye düşüyor.
Nine'da toplam 10 şarkı yer alıyor ve bunlardan 3 tanesi sadece film için özel yazılmış. Şarkıların bazıları filmin konusunun ilerlemesine katkıda bulunsa da Stephanie karakterinin söylediği "Cinema İtaliano" başta olmak üzere bazı şarkılar ise sadece oynayan aktöre şarkı söyleyip dansetme şansı vermek için filme dahil edilmiş gibi duruyor.

May The Force Be With You

İlk filmin beyazperdede boy gösterdiği 1977 yılından beri Star Wars hakkında çok şey yazıldı çizildi ama 33 senedir popülerliğinden hiçbirşey kaybetmedi. Geçtiğimiz ay CNBC-E sayesinde bir kere daha kendinden konuşturmayı başardı bu efsane seri. 6 hafta boyunca tanıdığım herkes pazar akşamları saat 22:00'de evde televizyonlarının başındaydı. Hatırlıyorum da ilkokulda en büyük keyfimiz haftasonları sırasıyla "A New Hope", "Empire Strikes Back" ve "Return Of The Jedi" ı videocudan kiralayarak seyretmekti. İlk üç filmi kaç kere izlediğimin sayısını hatırlamıyorum bile ama bütün baş karakterlerin rolünü ezbere oynayabileceğime eminim. Bu Star Wars sevgisi sadece çocukluk döneminde kalmadı tabi. Eşimle ilk çıkmaya başladığımız dönemde doğumgünüm yaklaşmıştı ve sürekli "ne istiyorsun" diye sorup duruyordu. Ben de cevap olarak "Beni şaşırt" dedim (tabi sonraki doğumgünlerimde böyle bir riske girmedim). Sevgili eşim şaşırtı "şok et" anlayarak bana yandaki hediyeyi aldı. Asıl hediyem nerede diye sorunca da " ama sen Star Wars'u çok seviyorsun" cevabını aldım. Sanırım gerçekten başarılı bir taktik izledi çünkü o seneden sonra bana ne alacağını düşünmek zorunda kalmadı. Yakın dönemde Star Wars etkileri değişik mekanlarda ortaya çıkmaya devam ediyor. Geçen haftaki Fenerbahçe-Lille OSC maçında yandaki pankart açıldı. Ancak casus Sith Lordu olduklarından şüphelendiğim Güiza ve Daum'un dark side a oynamaları yüzünden force başarılı olamadı. Adidas ise 2010 yılı için özel bir Star Wars koleksiyonu çıkardı. Koleksiyon 8 Ocak itibariyle satışa sunuldu ve evet ben hemen bir t-shirt edindim.



33 yıldır etkisini sürdüren bu efsane serinin önümüzdeki senelerde de popülerliğini koruyacağına eminim. Hele bir de George Lucas verdiği sözü tutar ve seriyi 3 boyutlu hale getirirse.

May The Force Be With You...