Kısa Kısa

**** Bu haftanın en önemli haberi yazın en çok beklenen (en azından benim için) filmi “Inception” bu hafta vizyona giriyor. Amerika’da ilk hafta 60 milyon dolar üzerinde hasılat yapan ve eleştirmenlerce oldukça beğenilen filmin biletleri hafta başında satışa çıktı. Bu sebeple haftasonu filmi izlemek isteyenler bilet almak için acele etsinler.

*Twilight filmlerinde vampir Laurent’i oynayan Edi Gathegi X-Men: First Class’ın kadrosuna katılan son isim oldu. Gathegi filmde her türlü ortama uyum sağlayabilme yeteneği olan Darwin’i canlandıracak. Matthew Vaughn tarafından yönetilecek filmin kadrosundaki diğer oyuncular ise James McAvoy, Michael Fassbender, Alice Eve, Kevin Bacon, Nicholas Hoult, Jennifer Lawrence, Caleb Landry Jones ve Lucas Till. X-Men: First Class X-men efsanesinin başlangıcını anlatıyor. Professor X ve Magneto isimlerini almadan önce çok yakın arkadaş olan Charles Xavier ve Erik Lensherr güçlerini ilk defa keşfetmektedirler. Can düşmanı olmadan önce bazıları tanıdık olan diğer Mutantlarla beraber çalışarak dünyanın karşı karşıya kaldığı en büyük tehditi durdurmaya uğraşırlar. Bu süreç içinde ise aralarındaki fikir ayrılığı büyüyerek Magneto’nun grubuyla Proferssor X’in X-Menleri arasındaki ezeli savaşın başlangıcını oluşturacaktır. Filmin 3 Haziran 2011’de gösterime girmesi planlanıyor.

*Star Trek’in devam filminin çekimlerine Ocak 2011’de başlanıyor. John Cho, Simon Pegg, Chris Pine, Zachary Quinto, Zoe Saldana, Karl Urban ve Anton Yelchin’den oluşan kadronun korunacağının beklenildiği devam filminin tahmin edilen gösterim tarihi 29 Haziran 2012.

*Will Smith’in Men in Black III’den sonra yer alacağı proje belli oldu. Smith hem prodüktörlüğünü üstendiğini hem de başrolünü oynayacağı The Legend of Cain vampirleri de içeren İncil’ dayalı bir hikaye.Yine Vampirlerin varoluşunu incil’e bağlayan bir film olarak Dracula 2000’i izlemiştik.

*Kaptan Jack geri döndü. Jerry Bruckheimer 20 Mayıs 2011’de gösterime 3D olarak girecek olan Pirates of the Caribbean; On Strange Tides filminin Hawai’deki setinden yeni bir Jack Sparrow; pardon Kaptan Jack Sparrow fotoğrafını yayınladı. Filmde Kaptan Jack Sparrow geçmişinden bir kadınla (Penelope Cruz) karşılaşır. Ancak kadınının gerçekten kendine aşık mı yoksa sadece Gençlik Pınarı’nı bulmak için kullandığı konusunda emin değildir. Zorla bindirildiği ürkütücü korsan Blackbeard’e ait Queen Anne’s Revenge gemisinde kendini beklenmedik bir maceranın içinde bulur.

Bükülecise Shyamalan!!


Malesef yine yönetmen elinde telef olan “hazinelerden” biri ile karşı karşıyayız. Dün akşam “The Last Airbender” ya da 25-35 yaş arası fanları tarafından bilinen diğer adıyla “Gerçek Avatar” ı izledikten sonra başka bir yönetmenin elinde bu malzeme olsa kimbilir ortaya ne çıkacaktı diye düşünmekten alamadım kendimi. Zaten Shyamalan’nın bu filmin yönetmenliğine geldiğini okuduğumda ağzımdan bir “Whyyyyyyyy???” çıkmıştı. Gerçekte de Shyamalan (ne yazık ki) beklentilerimi boşa çıkarmadı. Cumartesi sabahları saat kurarak çizgi filmini beraber izlediğim eşim filmde sık sık “bu kim, şu kim” diye bana sordu. Çünkü gerçekten de bir çok karakterin hangisi olduğunu filmden çıkarmak oldukça zordu. En başta Zuko karakteri için Dev Patel’in seçilmesiyle başlayan hayalkırıklığı Iroh ve Ateş Kralı seçimleriyle devam etti. En son bu derece hayalkırıklığını Edward Cullen rolü için Rob Pattinson seçildiğinde yaşamıştım. 3D olarak gitmeme rağmen filmin büyük bir bölümünün 2 boyutlu olması ve duyduğuma göre türkçe dublajının çizgi film seslendirmesinden farklı olması filmin gösterimindeki büyük eksikliklerdi.
Filme gelirsek, konu animasyon dizisiyle birebir aynı gidiyor. Ancak 20 bölümden oluşan ilk sezonu 107 dakikaya sığdırmaya çalışınca karakterler son derece 2 boyutlu kalmış. Hala bir çocuk olduğu için oyun oynamaya bayılan Aang’in yerine son derece durgun ve düşünceli duruş konusunda “Angel” a rakip olacak bir Avatar çıkmış ortaya. Dizide son derece espirili bir karakter olan Sokka ise filmde herhangi bir hareketiyle gülümsetmeyi bile başaramadı. Iroh ise neredeyse en büyük hayalkırıklıklarından biriydi. Filmin olmamışlarını saydıktan sonra gelelim olmuşlarına. Öncelikle “Appa” , dizinin olmazsa olmazlarından olan uçan bizon oldukça gerçekçiydi. Bunun dışında dövüş sahnelerindeki kareografiler de oldukça başarılıydı. Dizide her ulusun bükme sırasındaki hareketleri farklı ve o elemente uygun olarak seçilmişti. Filmde bu ayrıntıya dikkat etmeleri güzeldi. (gerçi toprak bükücüleri çok fazla göremedik). Diğer güzel ayrtıntılar arasında ise Iroh amcanın çay sevgisini sayabiliriz.
Tüm eksiklerine ve hatalı seçimlerine rağmen karakterleri daha derinleştirecek bir senaryo ile devam filmleri konusunda umudum hala sürüyor.
Şimdilik Yip Yip.

Ne İzledim... 30 Haziran




TEAM JACOB


Öncelikle Twilight serisinin bu 3. filmine yönetmen David Slade (30 Days of Night) in katkısının büyük olduğunu belirtmeliyim. Diğer iki filme kıyasla seyredilmesi çok daha zevkli bir film ortaya çıkarmış. (Diğer iki filmi benim gibi sadece kitabı uğruna izleyenlere notumdur). Aksiyonu yüksek ve eski ağır temposundan arınmış bir film olmuş. Film New Moon'un bıraktığı yerden devam ediyor. Bella, Edward'la evlenmek konusunda kararsızlık yaşarken bir yandan da kendisini vampire çevirmesi için baskı yapmaktadır. Bella'nın babası Charlie ise son yaşananlardan sonra Bella'nın Edward dışındaki arkadaşlarıyla daha fazla vakit geçirmesini ister. (önerdiği isim tabiki Jacob) Forks'ta bunlar yaşanırken, Seattle'da yaşanan gizemli cinayetler ve ortadan kaybolan insanlar sadece Cullen'ların değil Volturi'nin de dikkatini çekmiştir. İntikam peşinde olan Victoria, yarattığı yeni vampir ordusuyla Bella'nın peşine düşer. Bu yeni vampir ordusu karşısında Bella'yı koruyabilmek için Forks'daki vampirler (Cullen'lar) ve kurtadamlar geçici bir işbirliğine girerler. Bu arada Bella'da Edward'a olan aşkıyla, Jacob'a duyduğu sevgi arasında bir seçim yapmak zorunda kalır. Gerçi Bella seçimini baştan belli etse de Jacob'ta seçimi kendi lehine çevirmek için bütün imkanlarını (!) kullanır. Evet,Jacob'ı bu filmde de bol bol üstsüz izliyoruz, hatta filmde Edward da bu duruma isyan ediyor "Bunun hiç -shirt'ü yok mu??" Aşk üçgeninde bunlar yaşanırken Cullen ailesinin iki ferdinin geçmişleriyle ilgili de yeni bilgiler öğreniyoruz. İlk iki filmde sadece boş bir ifadeyle dolaştırılan Jasper, bu filmde nihayet canlandırılmış. Jasper hikayeye daha fazla dahil olunca o kadar farklı geliyor ki ,ilk önce oynayan aktör mü değişti acaba diye düşündürtüyor. Rosalie'nin de Bella'ya karşı çıkma sebebini geçmişine yapılan flashbacklerle görüyoruz. Eclipse'in artılarından biri de efektlerin diğer filmden daha iyi olması. Kurtlar, ikinci filmden daha gerçekçi gözüküyor (boyutlarına rağmen) ancak değişim sahnelerindeki konfeti efekti bu filmde de devam etmiş. Kitapta vampirlerle ilgili böyle bir detay var mıydı hatırlamıyorum ama son savaş sahnesinde vampirlerin sıvı nitrojene düşmüş terminatör gibi parçalanmaları bana çok inandırıcı gelmedi. Sanırım bu tercih de çok fazla kan görünecek olursa yaş sınırının yükseleltilmek zorunda kalmasıyla ilgili. Bunun dışında sanırım oyuncuların da rollerine daha ısınmış olmaları sebebiyle karakterler daha inandırıcı bir hale gelmişler. Eclipse sayesinde iki bölüm halinde izleyeceğimiz serinin son filmi Breaking Down'da umut verici gözüküyor.